İktisadın geçerliliğini ispatlama ihtiyacını en çok duyduğu dönemlerden birinde yaşayan bizlere serbest piyasa ekonomisi ve iktisadi insan verili olarak sunuldu ve yeterli refah seviyesine ulaşmış, daha fazlasına ulaşma kapasitesine de sahip azınlıklar için su götürmez bir gerçek haline geldi. Öte yandan, yine bizlerin bildiği gerçek, belki arka mahallemizde, belki alt sokakta belki diğer muhitte belki de sitemizin az ötesinde farklı iktisadi/yaşamsal gerçekliklerin yaşandığı. Hal böyleyken, kalkıp piyasa ekonomisini savunmak bence çok da mümkün değil. Hele hele kapitalizmin kapsayıcılığından söz etmek…
Piyasacı iktisadın öne eğilen başını gerçek dünya ile tanıştırma gayretindeki davranışsal iktisat, bize farklı ufukların kapısını aralayabilmekte. Sadece bireylerin kar güdüsü ve faydasını maksimize eden ekonomik ajanlar olmadığını, aksine yanılan, yanlış hesaplayan, itibarını göz önünde bulunduran, karşılık bekleyen ve nihayetinde diğerlerini düşünen aktörler olduğunu ortaya koymakta. Bilişsel psikoloji, sosyal psikoloji derken antropolojiye kadar uzanıyoruz ve karşımıza bir başka gerçek daha çıkıyor; o da, piyasanın bir kurgu olduğu. Tam da bu yüzden zorla oluşturulan, çeşitli kurumlara ihtiyaç duyan, sürekli olarak egemenlik alanını genişletmesi yoluyla derinleşmesi ile varlığını devam ettirebilen bir düzen[1]. Oysaki piyasanın aksine, sadece bencil bireylerden oluşmayan toplumların tarihsel gerçeği, karşılıklılık, yeniden dağıtım ve değişim esaslarına dayanan iktisadi ilişkilerin ikincil olduğu bir sosyal yapı[2]. Tabi, sosyal kurumların – toplumun, çevrenin, geleneklerin ve alışkanlıkların – Adam Smith sonrası politik iktisattan ‘’economics’’e uzanan süreçte dışlanmış ve bir pazar fanusunda faydasını maksimize eden bireylerin tablosu duvarlarımıza asılmıştı. Bu anlamda, aileyi, evliliği ve özgeciliği iktisadi olarak inceleyen Nobel ödüllü Gary Becker’ ın, sınırlı rasyonaliteyi tanımlayan Herbert Simon’un ya da son on yılın ödül sahiplerinin çabaları, henüz kapitalizmin kabuğunu kırmaya(!) yetmedi.
Bazen krize sürüklense de çalışma saatlerinin azaltılması ve koşulların iyileştirilmesi, sosyal haklar, refah devleti, yükselen gelir düzeyi ve tüketim olanaklarının artması hatta kredi imkânlarıyla nihayetinde piyasa ekonomisi, ağlarını genişleterek hanemizi, aklımızı ve kalbimizi esir etmeyi başarıyor. Hatta buna bir yenisini ekliyor; ‘’Kapsayıcı Kapitalizm Koalisyonu-Coalition for Inclusive Capitalism’’. Burada, koalisyonu biraz açıp tartışmaya devam edeceğiz. Geçen günlerde, bir köşe yazısında* karşıma çıktı ve sizlerle paylaşmam gerektiğine kanaat getirdim. Devletin varlığı, hukuk sistemi, ekonomik büyüme ve kalkınma, sürdürülebilirlik, yeşil ekonomi derken, kapitalizmin kapsayıcılığı. Anladığım kadarıyla, koalisyonu yönetenler, eleştirilere maruz kalan piyasa ekonomisini korumak ve ilelebet muhafaza etmek istiyorlar. Asırlardır dünyanın zengin ailelerinden biri olan ‘’Rothschild ailesi’’ başta olmak üzere, Ford, Rockefeller gibi fonların da desteklediği koalisyonun 9-10 Ekim’de konferansı olacak. 2014’te kurulan hareket, bir vakıf değil, kapitalizmin kapsayıcı olması gerektiğine inanan, bu uğurda yol kat etmek isteyen bir organizasyon. Yatırım fonları, sigorta şirketleri vb. şirketlerin CIO ve CEO’ larından oluşan çalışma gruplarına, Prens Charles, IMF Başkanı Christine Lagarde, Bill Clinton, İngiliz Kilisesi Başpiskoposu Justin Welby, Katolik Westminster Kilisesi Kardinali Vincent Nichols, Bank of England guvernörü Mark Carney ve dünyayı değiştirme gücüne sahip olduğuna inanan daha pek çokları. Kaldı ki bu inançlarında haksız sayılmazlar. Bill Clinton’ ın ‘’eğer kapitalizme inanıyorsak, daha kapsayıcı olmalı’’ sözlerinin yanında**, kapitalizmin herkesle paylaşıldığı bir rüyayı gerçekleştirmek ve başta yoksullukla mücadele etmek ilgi çekici, tabi bir de Mark Carney’in ‘’eğer bütünleşmezse, sistem kendi kendini sürdüremez’’ itirafı (!). Kendi kendine işleyen piyasalara ne oldu? 2008 krizinden sonra, kapitalizmin devamlılığını sürdürmek daha da zorlaştığından, koalisyonun kurulmasını anlayışla karşılıyoruz. Hele ki kapitalizmin ‘’kaybetmeyecek kadar büyük-too big to fail’’ olmadığını söyleyen Lady Rothschild’ den sonra. Papa Francis ‘ in sosyal kötülüğün köklerini artan eşitsizliğe bağlayan mesajı… Bunların yanında, koalisyonun ajandasına bakacak olursak, daha kapsayıcı iktisadi sistem için 6 adım öneriliyor; değişim ihtiyacını kavramak / çalışmanın doğasını daha ahlaki düzeyde tartışmak / paydaşların değer maksimizasyonu yaklaşımının toplumsal iyiye olan katkısını ele almak/ lider ve yatırımcılarla işbirliği içinde daha kapsayıcı kapitalizme ulaşmak / tüm bunlar için devletin rolünü ortaya koymak. Lagarde özellikle, güven kavramına dikkat çekmekte, kapsayıcı kapitalizm aynı zamanda daha ahlaklı bir kapitalist sistem olmalıdır. Bu söylemler, sadece Lagarde’ a ait olmamakla birlikte, sosyal kurumlar, sosyal sermaye ve güven gibi meselelerin öne çıkması, biraz da davranışsal iktisadın gelişimi ve literatüre olan katkısı neticesinde. Görmekteyiz ki son yıllarda ulus üstü kurumlar, davranışsal olana dikkat çekiyor ve bu ampirik, yenilikçi alanın bulgularından yararlanmak istiyor( 2015-Dünya Bankası Kalkınma Raporu, ‘’Zihin, Toplum ve Davranış’’ başlığıyla çıkmıştı).
Tüm bunlar, kişiler ve verilen mesajlar, bana Kristof Kolomb’un seyir defterlerinin önsözünü hatırlattı. Sözler, şöyleydi ; ‘’Muhammed inanışına, her türlü zındıklığa, puta taparlığa düşman olan ve kutsal Katolik Hristiyan dinine gönül vererek, onu yücelten ekselansları, ….. onları kutsal dinimize döndürmek için kullanılması uygun düşecek yöntemi araştırmak üzere ben Kristof kolomb’ u, adı geçen Hint ülkelerine göndermeye karar verdiler. Doğuya kara yoluyla gitmememi, bunun alışılmış bir yol olduğunu bugüne değin kimsenin geçmiş olduğuna dair kesin tek bir iz bulunmayan batı yolunu tutmamı buyurdular’’ [3]. Bana kalırsa, keşifler de kapitalizmin genişlemesi ve coğrafi kısıtlarını aşmaya yönelikti ve yine kapitalizmin meşruiyet aldığı yer, Kiliseydi. Tıpkı koalisyonda, din adamlarının oluru ve fikirlerini almak, onları konuşmacı olarak davet etmek gibi Vasco De Gama’nın gemisinde, elinde İncil’i olan din adamı vardı. Dini yaymak için devletten gelen müsaade ve devletin koruması ile yola çıkan sermaye. Bugün, aynı denemeyi dünyanın parasını yönetenlerle yapmak niyetinde. Kapitalizmi daha kapsayıcı hale getirmek, bakalım eşitsizlikleri azaltacak mı? Eşitsizliğin sebebi ne? Çözüm nasıl olur da daha kapsayıcı kapitalizmle olur? Bakalım bu yıl koalisyonda neler konuşulacak? Merakla bekliyoruz.
Tartışmaya dönecek olursak, bana kalırsa, yükselen davranışsal iktisat ile krizdeki sistem, ‘’zamanın ruhuyla’’ bir araya gelmekte ve ortaya kapsayıcı kapitalizmin kullanabileceği araçlar, çıkmakta. Bunlardan biri sosyal sermaye bir diğeri ise güven. Zaten sosyal sermaye kavramı, güven kavramını içerecek şekilde kullanılıyor. Dünya Bankası’nda kalkınmanın kayıp halkasının bulunduğu düşüncesi ile bir hayli popüler hale getirilen sosyal sermaye kavramı, bir toplumun sosyal etkileşimlerini şekillendiren kurumlar, ilişkiler ve normlara işaret etmekte ve artan kanıtlar, ekonomik zenginleşme ve sürdürülebilir kalkınmada toplumdaki sosyal uyumun önemini göstermektedir. Dolayısıyla sosyal sermaye, sadece toplumun dayanağını oluşturan kurumların toplamı değil; aynı zamanda onları bir arada tutan bir zamktır[4]. Tıpkı, kapsayıcı kapitalistlerin belirttiği gibi yıllardır Dünya Bankası da sosyal sermayeye dayanarak, eşitsizlikten, yoksulluktan ve güvensizlikten yakınıyor, rahatsızlık duyuyor.
Yazının başında ortaya koyduğumuz gibi, insanlık tarihinde iktisadi ilişkiler, güven üzerinden yürümekteydi. Bahsedilen karşılıklılık, yeniden dağıtım ve değişim esasları, kralların krallara olandan tutun da komşunuza ya da eşe, dosta verdiğiniz hediyeler üzerinden yürütülüyordu. ‘’Hediyeleşme’’ kavramı üzerinden baktığımızda, konuyu daha da aydınlatmış olacağız. Marcel Mauss’un ‘’Sosyoloji ve Antropoloji’’ kitabında yer verdiği görüşlerle devam ediyoruz. Mauss, yaptığı detaylı araştırmada uygarlıkların değiş-tokuş ve anlaşmaları hediye biçiminde yaptıklarını ortaya koymaktadır. Teoride gönüllü olan hediye verme işi, aslında bir yükümlülük olarak eski çağların iktisadi ilişkilerini şekillendirmektedir. Ekonomik çıkar, cömert bir şekilde sunulmaktadır. Bununla birlikte, hediyenin tarafları ve anlaşma, birey üzerinden değil törel kişiler ile yani anlaşma sırasında bir araya gelen kabileler, klanlar ve ailelerdir. Değiş-tokuş konusu olan şeyler ise, sadece zenginlik, gayrimenkul, taşınır malla kalmamakla birlikte karşılıklı nezaket gösterileri, şölenler, ayinler, askeri hizmetler, eğlenceler, bayramlar ve fuarlar yapılmaktadır. Tüm bunların içinde, Pazar, bizce önemli bir yer teşkil ederken, zenginliklerin dolaşımı, o çağda çok daha genel ve uzun vadeli bir anlaşmada sadece bir ayrıntıdır. Bunların yanında, yalnızca, Kuzeybatı Amerika, Kuzey Amerika’nın bazı kabileleri, Melanezya ve Papua dışında, rekabet ve çatışmaya rastlanmamıştır. Sistem, geleneksel yapı içerisinde, zenginliğin verdiği onur, saygınlık ve temelde büyüye dayansa da toplumsallaşmayı rasyonel hale getiren bir yapıyı ifade eden ‘’mana’’ kavramı ve bu mana’yı, yetkiyi, tılsımı ve otoriteyi oluşturan bu zenginliklerin kaynağını kaybetme korkusuyla hediye verme zorunluluğuna dayanmaktadır [5].
Bugün davranışsal iktisadın ulaştığı ampirik veriler, Mauss’unbulgularıyla paralellik taşımakta. Özellikle, özgecilik konusunda yapılan aydınlatıcı çalışmalar ve güven oyunlarına dayanan çalışmalar, kişilerin rekabet yerine güvenmeyi ve rasyonel olmak yerine karşılıklılığı seçmekte olduğunu gösteriyor. Bu çalışmalardan bazıları, aşağıdaki gibi:
- Armin Falk ve Urs Fşschbacher,A theory of reciprocity, Games and Economic Behavior Volume 54, Issue 2, February 2006, Pages 293–315
- Ernst Fehr and Simon Gächter Fairness and Retaliation: The Economics of Reciprocity
The Journal of Economic Perspectives Vol. 14, No. 3 (Summer, 2000), pp. 159-181
Herbert Gintis, Strong Reciprocity and Human Sociality - Joseph Henrich, Robert Boyd, Samuel Bowles, Colin Camerer, Ernst Fehr, Herbert Gintis and Richard McElreath, In Search of Homo Economicus: Behavioral Experiments in 15 Small-Scale Societies The American Economic Review Vol. 91, No. 2, Papers and Proceedings of the Hundred Thirteenth Annual Meeting of the American Economic Association (May, 2001), pp. 73-78
- Colin Camerer , Gifts as Economic Signals and Social Symbols American Journal of Sociology Vol. 94, Supplement: Organizations and Institutions: Sociological and Economic Approaches to the Analysis of Social Structure (1988), pp. S180-S214
Bu mesele, bir hayli uzayacağa benziyor. En iyisi, kısaca bir toparlama yapma vaktidir. Tüm bunlar, bizlere piyasanın kurgu olduğunu ve bu yüzden yine içimizdeki bene seslenme ihtiyacını bu kez davranışsal iktisatla kapsayıcılık adına yapmakta. Başka bir yazıda devam etmek üzere…
[1] Özel, Hüseyin, ‘’Piyasa Ütopyası’’ Bilgesu Yayınları 2009, Ankara
[2] Polanyi, Karl, ‘’Büyük Dönüşüm’’ , İletişim Yayınları 2014, İstanbul
[3] Friedman, Thomas, ‘’Dünya Düzdür’’ Boyner Holding Yayınları, (Kristof Kolomb’un seyir notlarını bu kaynaktan daha daha güzel bir çeviri ile aldım. Aslında İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Seyir Defterleri’ nden bu yüzden tercih etmedim)
[4] Ünalan, Eda, “Dünya Bankası’nın Sosyal Sermaye Yaklaşımı”, 14. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, 23-25 Kasım ODTÜ, Ankara
[5] Mauss, Marcel, ‘’Sosyoloji ve Antropoloji’’, Doğu-Batı Yayınları, 2005
Görseller:
[i] http://futureconomy.com/capitalism-its-own-worst-enemy-and-yours-too-but-who-cares/
[ii] http://marketbusinessnews.com/conference-inclusive-capitalism-making-fairer/23624
[iii] http://www.mt-oceanography.info/science+society/lectures/illustrations/lecture17/henry.htm
* Detaylı bilgi için bakınız. Mehveş Evin, ‘’Kapsayıcı Kapitalizm: Patronlar Panikte’’, 22.09.2016, www.diken.com.tr
** ‘’inclusive capitalism higlight 2015’’ youtube’dan ulaşılabilir.