Ekonomi Biliminin Hegemonyası

İktisatçılar, insanların ekonomik davranışlarını araştırırken, kurdukları önermelerin saf bilimsel olması kaygısını taşıyan uzmanlardır. Burada bilimsellik, tekrarlanabilen olgu ve olaylar için, ölçülebilirliği ve sınanabilirliği içeren, zaman ve mekan ayrımı gözetmeksizin geçerli davranış ilkelerini ve yasaları belirleme anlamına gelmektedir. İktisatçılar (ya da ekonomi bilimi) bu evrensel (!) ilke ve yasalara ilişkin önermeleri kurarken, bir anlamda araştırma nesnesi olan insanın irrasyonel (ruhsal, kültürel, politik vs.) yönlerini ‘ceteris paribus’ kalıbının içinde tutmaktadır. Bu doğrultuda ekonomi bilimi doğa bilimleriyle benzeşme çabasını içermektedir; ancak, bir yandan da insana özgü olan duygular, değerler ve anlayışların araştırıldığı diğer sosyal bilimlerin varlığı söz konusudur.
Ekonomi bilimi, sosyal bilimler arasında özgün bir bilimdir: Hem bireysel davranışları ve bunların kolektif amaçlara ne ölçüde hizmet ettiğini hiç içermeyen fizik, kimya, biyoloji gibi ‘sağlam’ bilimlerden farklıdır; hem de insan davranışlarını, tümdengelim yöntemiyle piyasa ilişkilerini açıklayabilen teorilere dönüştürebildiği için sosyoloji, politika bilimi gibi sosyal bilimlerden farklıdır [1]. Fakat ekonomi bilimi bu farklılıklarını, sosyal bilimler içinde kendini ayrıcalıklı konumlandırma, hatta bir tür hegemonya uygulama yönünde kullanmaktadır.
Ekonomi biliminin farklı konumu ve hegemonyası iki kavram bağlamında değerlendirilebilmektedir. Bunlar; ekonomi biliminin emperyalizmi (economics imperialism) ve ekonomizm (economism) kavramlarıdır.
Ekonomi biliminin emperyalizmi kavramı; John Hobson, Rudolph Hilferding, Roza Luksemburg, Vladimir Lenin gibi yazarların incelediği, genel bağlamda kapitalizmin yayılmacılığı anlamındaki emperyalizm (economic imperialism) kavramından farklıdır. Ekonomi biliminin emperyalizminde, özellikle ana akım (ortodoks) anlayışın metodolojisine ilişkin kavram ve yöntemlerin, diğer sosyal bilimlerin açıklama ve analizlerine uygulanması söz konusudur. Hatta bu kavram ve yöntemlerin diğer sosyal bilimlere ihraç edilmesi ya da ana akımın yayılmacılık güdüsünden de söz edilebilmektedir [2].
Ana akım (Neo-klasik) iktisadın metodolojisinde temel ilkeler faydacılık, rasyonellik ve bireycilik olup, bu ilkeler üzerinden zaman ve mekandan bağımsız olarak kaynakların etkin kullanımı ve denge amaçlanmaktadır. Ana akımın bu metodolojisi toplumsal yaşamın kültürel ve politik alanlarına ilişkin, aile, armağan, suç ve ceza gibi pek çok alanına yönelik sosyal bilim dallarına uyarlanmaya çalışılmaktadır. Örneğin; evlilikte eş seçimi, bir fayda-maliyet analiziyle faydayı maksimum, maliyeti minimum kılacak eş arayışında olan rasyonel bireyin seçimi olarak değerlendirilmekte, arz-talep mantığının geçerli olduğu bir evlilik piyasasından söz edilmektedir [3]. Bu örnekteki gibi, insana özgü pek çok duygu, değer ve anlama dayalı davranışlar, rasyonel birey modelinin davranışları olarak değerlendirilmektedir. Bu da, insanın gerçekliğinden uzak bir değerlendirme olmaktadır. Öyle ki; insan yalnızca çıkarlarına yönelik maksimum sonucu almak için rasyonel planlar yapan bir varlık değil, aynı zamanda kültürel ve politik bağlamlarda irrasyonel davranışlar sergileyen bir varlıktır. Dolayısıyla homo oeconomicus modeli bütünüyle doğru bir model değildir.
Homo oeconomicus türündeki bireyin, toplumun temel taşı gibi değerlendirildiği ekonomi biliminin ana akımının anlayışı, bir de ekonomizm kavramı bağlamında eleştirilmektedir. Ekonomizm kavramının ekonomi bilimi yazınında kullanılan tanımlamaları şu şekilde derlenebilmektedir [4]:
• Ekonominin, toplumun diğer alanlarından ayrı olarak ya da en azından, kökten ve sürekli olarak değil de, yüzeysel ve dönemsel olarak bu alanlarla karşılıklı ilişkide olduğu; bu bağlamda diğer alanlardan ayrı olarak çözümlenebilen ve planlanabilen bir alan olduğu düşüncesi…
• Ekonomik alanın temel kabul edildiği ve toplumun da yalnızca bir ekonomi olduğu düşüncesi… Bu anlamda, ‘geçiş ekonomileri’ deyişi örneğinde olduğu gibi, ülkelerin gittikçe artan bir şekilde ‘ekonomi’ olarak tanımlanması, hatta dünyanın kendisine ‘dünya ekonomisi’ denilmesi…
• İnsanların temel olarak, hak, adalet ve benzeri anlamlar tarafından değil de, ekonomi biliminde dikkate alınan mallara yönelik istekler tarafından yönlendirilen ‘ekonomik insan’ oldukları düşüncesi…
• Yaşamın çoğu kısmının, hatta tamamının ekonomik hesaplamalar bağlamında anlaşılması, değerli kılınması ve yönetilmesi gerektiği düşüncesi…
• Toplumsal gelişmenin, yetinilebilir bir ölçü birimi olarak gayri safi ulusal hasıla ile ölçülebilmesi düşüncesi…
• Ekonominin, politik yönlendirmeler/müdahaleler olmaksızın, kendi özündeki teknik gerekliliklere göre yönetilmesi gerektiği önermesi…
Bu tanımlamalar ışığında görülmektedir ki; insanların güdü ve davranışları bir hiyerarşik düzene oturtulmakta ve ekonomik olanlar önemsenirken kültürel ve politik olanlar soyutlanmaktadır. Dolayısıyla, yaşam tarzının ana öğeleri maddi olarak belirlenmekte; aile, sevgi, saygı, güç gibi ekonomik olmayan (kültürel ya da politik) değerler ekonomikleştirilmekte, metalaştırılmakta, piyasa mantığına bırakılmaktadır. Bu süreç yine homo oeconomicus modelinin baskınlığını ortaya koymaktadır.
Homo oeconomicus türündeki birey modelinin açıklayıcılığındaki zayıflık, ekonomi biliminin kendi içinden olmasa da, özellikle sosyoloji alanından gelen, ekonomi biliminin metodolojisine katkıda bulunan yeniliklere yol açmaktadır. Bu yeniliklerden birisi, sosyolog Siegwart Lindenberg’in ileri sürdüğü homo socio-oeconomicus kavramıdır.
Lindenberg’e göre; insanlar ne homo oeconomicus gibi tam bilgili ve tüketim yönelimlidir, ne de homo sociologicus gibi yalnızca toplumun normları çerçevesinde davranışlar sergilemektedir. O’na göre; gerçeğe daha yakın olan homo socio-oeconomicus türündeki birey modeli geçerlidir. Homo socio-oeconomicus; çok bilgiye sahip olmadan da işini görebilen, yetenekli (resourceful), kurumsal ve sosyal yapının koşulları çerçevesinde amaçlar koyabilen ve davranabilen, sınırlı (restricted), işlenebilir ve yetinilebilir bilgiyi işleme yeterliliğiyle, beklenen davranışları sergileyebilen, beklentili (expecting), soyutlamayı azaltıp bilgiyi arttırarak karmaşık varsayımlardan kurtulan, bilgiyi değerlendirebilen (evaluating) ve toplumsal yaşama ilişkin araçlarını arttırmaya çalışan, maksimumlaştırıcı (maximizing) niteliklerini taşımaktadır. Lindenberg, psikolojiden de yararlanarak, sınırlı rasyonellik (bounded rationality) ilkesi temelinde, toplum bütünü içinde davranan bir birey modeli ileri sürmektedir [5]. Lindenberg’in modeli; iktisatçıların homo oeconomicus modeli ile sosyologların homo sociologicus modeli arasındaki, bir başka deyişle iktisatçılar ile sosyologlar arasındaki, işbölümüne değil, iletişime yönelik bir anlam taşımaktadır.
Ekonomi biliminin emperyalistçe yayılmacı olduğuna ve toplumsal alanı yalnızca maddi açıdan gördüğüne ilişkin tartışmalar, ortodoks anlayışa karşı çıkan iktisatçılar ve sosyologlar arasında sürmektedir. Geleneksel ekonomi bilimi anlayışı; soyutlayıcı ve belirgin önermeler ortaya koyabilmenin belki de rahatlığıyla daha ön planda görülmektedir. Ancak, ekonomi biliminin kendi doğasını sorgulaması gerekmektedir. Bu da iktisatçıların felsefeye yaklaşmasıyla olanaklıdır. Felsefeyle yakınlaşma bakımından sosyologların iktisatçılara göre daha girişken ve daha başarılı olduğu da yine iktisatçılar tarafından mutlaka dikkate alınmalıdır.
Kaynaklar
[1] Gülten KAZGAN, İktisadi Düşünce: Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, Dokuzuncu Basım, İstanbul, 2000, s.32.
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz.:

  • Gary BECKER, ‘Irrational Behavior and Economic Theory’, Journal of Political Economy, Vol.70, No.1, pp.1-13, 1962.
  • Gary BECKER, ‘Crime and Punishment: An Economic Approach’, Journal of Political Economy, Vol.76, No.2, pp.169-217, 1968.
  • Gary BECKER, The Economic Approach to Human Behavior, University of Chicago Press, Chicago, 1976.
  • George J. STIGLER, ‘Economics – The Imperial Science?’, Scandinavian Journal of Economics, Vol.86, No.3, pp.301-313, 1984.
  • Ben FINE, ‘Economics Imperialism and Intellectual Progress: The Present as History of Economic Thought?’, History of Economics Review, Vol.32, pp.10-36, 2000.
  • Edward P. LAZEAR, ‘Economic Imperialism’, Quarterly Journal of Economics, Vol.115, No.1, pp.99-146, 2000.
  • Kenneth E. BOULDING, ‘Economics as a Moral Science’, American Economic Review, Vol.59, No.1, pp 1–12, 1969.
  • Uskali MAKI, ‘Economics Imperialism: Concept and Constraint’, Philosophy of the Social Sciences, Vol.39, No.3, pp.351-380, 2009.

[3] Gözde AYTEMUR NÜFUSÇU ve Ayça YILMAZ, ‘Evlilik Pratiklerinin Dönüşüm/Yeniden Üretim Sürecinde Evlendirme Programları’, Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi, Sayı:16, ss.23-48, 2012.
[4] Des GASPER, The Ethics of Development: From Economism to Human Development, Edinburgh University Press, Edinburgh, 2004, pp.80-81.
[5] Siegwart LINDENBERG, ‘Homo Socio-oeconomicus: The Emergence of a General Model of Man in the Social Sciences’, Journal of Institutional and Theoretical Economics, Vol.146, pp.727-748, 1990.
[6] İlk Görsel: http://www.snipview.com/q/Homo_Oeconomicus

Bunlar ilginizi çekebilir

UCUZLUK: KÖTÜ ŞÖHRETLİ FİYAT-DEĞER

“İdeologlar teorilerini sürekli olarak gerçeklerle ‘test ettiklerin’ iddia etseler...

SEVGİLİLER GÜNÜ ÜZERİNDEN KÜLTÜR, RASYONALİTE VE TÜKETİM OKUMALARI*

"Biz sevgililer günü gibi kapitalizmin oyunu olan şeylere gelmiyoruz canım ya". Siz gelmiyorsunuz da bakalım başkası geliyor mu, geliyorsa neden geliyor, ne kadar geliyor?

Türkiye’nin Toplumsal Gerçeklerine Ekonomi Sosyolojisi Penceresinden Bakmak – 1

Sosyal bilimlere özgü kavram ve teorileri başka toplumlardan alarak...

Homo Normalis’in* Kategorileri

Kavramlar ve Kategoriler 1. “İçeri” neresidir? “Dışarı” neresi? Bu sorular...