Elektriksizlikten Doğmuş Bir Yazı

no-electricity
Apartmanın önündeki boş arsaya park yapacaklar diye üç gündür kafamızı şişiriyorlar. Neticesi güzel olacağı için dayanıyor insan, inşaat makinelerinin sabahın köründe başlayan gürültüsüne. Bugün abarttı ama çalışanlar durumu. Apartmanı elektrikleyen kabloyu koparmışlar toprağı kazarken. Birkaç saat, belki de birkaç gün elektriksiz yaşa canım, diyenler olacaktır. Elektrikle bitmiyor ki mesele. Su saatlerini akıllı yaptıklarından ve makinelerin aklı elektrikle çalıştığından susuz da kalmış olduk. Adına internet dediğimiz, zamanımızın vazgeçilmezi de elektrik sayesinde var efenim.

Kesintiden sonraki birkaç saat hoş geçti aslını isterseniz. Yüz sayfadan fazla kitap okudum, annemle epeydir etmediğim kadar muhabbet ettim. Sonra, ben internetsizlikten, annemse susuzluktan dert yanmaya başladık. Allahtan, annemin yetişeceği bir otobüs vardı da bu çileden kurtulacaktı. Nitekim öyle de oldu. Annemi bindiği otobüsle daha yaşanabilir bir ortama yolcu ettikten sonra eve döndüm ve durumun değişmediğini gördüm. Hava kararıyordu. Akşam ezanıyla birlikte kendimi bir alışveriş merkezine attım. Bilgisayarımı yanıma almayı akıl etmediğimden, kitapçıdan aldığım bir deftere yazı yazmanın yalnız başıma yapabileceğim en iyi etkinlik olduğuna kanaat getirdim. Şu anda yazıyorum işte ama hikayem bitti.
Yazmaya devam etmem lazım. Apartmandan ayrıldığımda en az üç saat daha elektriğin gelmeyeceğini söylemişti apartman görevlisi. Bu apartman görevlisi unvanı da yeni türedi. Kapıcı demiyoruz artık, ayıp. Sekreterler nasıl asistan olduysa kapıcılar da apartman görevlisi oldu. Nedir bu değişimin sebebi? Sermaye sahiplerinin proleterleri susturmak için uydurduğu yeni bir yöntem mi? Ekonomik ve sosyal değişim gereği işlerin tanımı değişiyor. Mesela, torna ustaları akıllı tezgahlarla çalışıyor artık. Ustaların iş yapma şekli değişti de unvanları değişti mi? Evet, değişti. CNC tezgahı operatörü diyoruz artık ustalara. Daha havalı, değil mi? Eskiden defter tutan sekreterse bilgisayar kullanmaya başladığı için yönetici asistanı oldu. Mühendis hala mühendis, doktor da hala doktor ama. Demek ki toplum nezdinde az beğenilen meslekler için unvan değişikliğine gidiyor gözünü sevdiğim kapitalist düzen. İyi yazı çıkar aslında bu konudan da birkaç makale ile destek çıkmak lazım yazıya. Bilgisayarım yanımda olmadığından bu konuyu kısa kesmek durumunda kalıyorum.
Yüz sayfadan fazla kitap okuduğumu söylemiştim elektriksiz günümde. Aslında tek kitap okudum, kitap bitti. Daniel Kehlmann’ın Sesler adlı kitabı dokuz hikayenin oluşturduğu çok katmanlı bir roman. Edebiyat eleştirmeni gibi kitabı inceleyecek değilim. Eleştirileri pek sevmem zaten, suni gelir bana eleştiriler. CHP’nin her hükümeti eleştirmesini daha kabul edilir bulmuşumdur edebiyat eleştirmenlerinin kitapları eleştirmesinden. CHP’ye hükümet olma şansı tanınmadığından eleştirmek durumunda kalıyor parti. Edebiyat eleştirmenleri öyle mi oysa? Recep İvedik moduna girip “Yaz lan!” diyesim geliyor. Eleştirmeye gelince sallıyorsun işkembe-i kübradan da yazmaya gelince neden kalemin çalışmıyor? Madem güzel yazının n olduğu konusunda fikir beyan eden otoritesin, sen de yaz bir roman da biz, kari sınıf karar verelim ne kadar çok şey bildiğine. Saçmalama, bunlar ayrı şeyler diyenleri duyar gibiyim. Ne yapayım, toplumun yüzde doksanını oluşturan koyunlar sınıfının cahil okurlar alt kümesine mensubum belki de. Siyasi parti kurup,”Yazanı eleştirmek Allaha mahsustur” desem, Cihangir’i kızdırmak pahasına yüzde on oy toplamam kuvvetle muhtemel. Bunu bir düşüneyim ben.
Sesler’i anlatacaktım. Dobra okur kıvamında olmamın verdiği cesaretle kitabı beğenmediğimi itiraf ediyorum. Halbuki kitabın arka kapağında, yazarın Alman edebiyatına yeni bir soluk getirdiği yazıyor. Alman edebiyatı bu kadar mı kötü durumda? Mann, Brecht, Heine, Goethe hep Alman yazarlar değil miydi? Hatta Kafka’yı da Alman yazarlar arasında sayabiliriz. Almanya gibi iş ve sosyal yaşamda düzenin  yüceltildiği bir ileri sanayi toplumunda yazma yeteneği mi köreldi acaba? Kitap yazacağım sürede yüz tane Porsche üretilir diye mi düşünüyor insanlar? Oysa, ikinci dünya savaşı sonrası yaşadıkları sosyal travma edebiyat yapmak için mükemmel bir malzeme seti sunmuş olmalıydı Almanlara. Bu malzeme edebiyat için kullanılsaydı, edebiyata hükmeden eden ülke olabilirdi Almanya. Almanlar sanayiye hükmetmeyi tercih etti, durum ortada. Neyse, kitabın genç yazarına fazla yüklenmemek lazım. Türk reflekslerimle “Anneeem, daha yaşın kaç ki senin? Biraz daha büyü, bak ne güzel yazılar yazacaksın.” diyebilirim mesela.
Kendimle ilgili yazdığım ilk şiirde, her güzel kitap sonrası yazar olmak istediğimi belirtmiştim. Bugün fark ettim ki kötü kitaplardan sonra da yazar olmak istiyorum. Şiirin son kısmını düzeltmem lazım.
“Her güzel film sonrası
Hayallerim değişti
Her biten kitap sonrası
Yazar olmak istedim.”
Her okuduğun kitaptan sonra yazar olma arzun gün yüzüne çıkıyorsa neden yazar olmuyorsun? İşim analiz yapmak olduğundan bu soruya kendimi analiz ederek cevap arayabilirim. İki farklı açıdan yaklaşayım soruya. İlkin yetiştiğim sosyal çevreyi ve sosyoekonomik durumumu girdi kabul edeyim. İkinci olarak da yazarlık için gerekli yeteneğe sahip olup olmadığım girdi olsun. Bu iki, hatta üç girdi bir kara kutuya girip benim yazar olup olamayacağımı belirliyor. Şekil 1, söz konusu sistemi görselleştiriyor.
Şekil 1: Yazarlığa elverişlilik sistemiyazarlığa elverişlilik
Şekilsiz, tablosuz, grafiksiz analizlere pek itibar edilmediğinden bir tane şekil ve bir tane tablo yerleştirdim yazıya. İçim rahat şimdi, analizimin arkasındayım.
Büyüdüğüm sosyal çevre, yazarlık makamıyla ilgili düşüncelerimin yoğrulduğu zaman dilimini temsil ediyor aslında. Yazarların aç olduğu, köyden kurtulmak isteyen adamın düzgün ve istikrarlı maaş sağlayacak bir meslek seçmesi gerektiği tembihlendi bana bolca. Elif Şafak gibileri, bir yazarın gayet de düzgün, hatta aşırı düzgün ve istikrarlı geliri olabileceğini sonradan öğretti bana ama çocukluğumda yoktular. Bir de yazarların hep komünist ya da anarşik olduğu tezi vardı elbette. Hafazanallah, anarşik ya da sakıncalı piyade olup iç mihraklarla sorun yaşamak söz konusuydu yazar olunca. İşin hasılı, cesaretimi kırmıştır yetiştiğim sosyal çevre. Yalıda büyüseydim bir Orhan Pamuk olabilirdim belki. Çalışsam astronot olurdum demek gibi oldu son cümle, sevmedim.
Sosyoekonomik durumumu önceki yazılarımda yüzeysel de olsa ele almıştım. Düşük gelir sınıfından orta gelir sınıfına sıçramış, üniversite mezunu, kronik hastalığı olan, bekar bir adamım ben. Düşük gelir sınıfında geçirdiğim zaman, itibar duyulan biri olmak için paranın çok önemli olduğunu öğretti bana. Parası çokken itibar duyulan bireylere, paraları azalınca itibar beslenmediğini gözlemledim. En az, insanlardan borç istemesine mani olacak  kadar geliri olmalı bireyin ki ona duyulan itibar azalmasın. Yazar olmaya niyetlensem, bin adet satılabilir bir kitap yazana kadar binlerce lira borç yapacağım aşikar.
Üniversite mezunu, özellikle de teknik bir bölümden mezun olmamın da yazar olabilme ihtimalimi azalttığını savunabilirim. Aslında, okuduğum bölümün teknik olması ile pek alakası yok. Mesele, iyi bir üniversitenin iyi bir bölümünü kazanmak için yapman gerekenlerde saklı. İlkokuldan beri çoktan seçmeli sınavlara hazırlanmakla geçti zaman. Ortaokul için sınava gir, lise için sınava gir, üniversite için sınava gir, iş için sınavlara gir… Bu sınavlarda başarılı olmak, kalıp bilgileri ne derece hatmettiğinizle yüksek derecede pozitif ilintili olduğundan yaratıcılığa ayıracak zamanınız kalmıyor. Edebiyat bölümünü kazanan gençlerin dahi edebiyat yapmak için yeterli yaratıcılığa sahip olmamasının sebebi bu olabilir. Bu yüzden mi eleştirmen oluyorlar?
Kronik hastalığım beni düzenli bir yaşama zorluyor. Yazarlık ise düzensizliği yüceltiyor. Her yazar düzensiz değil elbette ama memur gibi yazar mı olurmuş canım. Her gün on sayfa yazsam bu yılı on kitapla bitireceğiz çok şükür. Hem duygusal hem de fiziksel çalkantının yüksek olduğu bir yaşam tarzına sahip olduğunu düşünmüşümdür yazarların. Böyle bir yaşam tarzını bir ay sürdürsem yılın geriye kalan on bir ayını hastanede geçirmek durumunda kalabilirim. Hastane edebiyatına büyük katkı sağlayabilir ve Türk edebiyatına yeni bir soluk getirebilirim aslında. Ancak annem bana bu imkanı vermez, biliyorum.
Yetenek meselesini nasıl ele alacağımı bilmiyorum. Babama kalsa, yazma konusunda aşırı yetenekliyim ve bu yeteneğimi ziyan etmemeliyim. İyi sayılabilecek bir maaş kazanıyor olduğumu bilmenin verdiği rahatlıkla babamın böyle düşündüğünü biliyorum. İşsiz olsam, “Yazar olacakmış! Arkadaşların yüzbaşı oldu, evlendi, çocuk sahibi oldu. Sen hala yazar olacağım diye hayal kuruyorsun!” derdi. Babam doğru bir referans değil galiba. Fırsat buldukça yazıyorum ama. Yazdıklarımı da beğeniyorum hani. Heyecanla yarattığım karakterlerim de oldu. Hasan Uzun, Mecnun, Zerdüşt Kendinbilmez, Ferdi Uçar, Acuka Abla… Bunlar var ettiğim ama sonlandıramadığım karakterlerden en çok sevdiklerim. Sorun var etmekte değil anlayacağınız, varlığı sürdürmekte. Varlığı sürdürme işinin yetenekle alakalı olduğunu düşünmüyorum. Yarattığınız karaktere zaman ayırmanız, onu büyütmeniz lazım. Zaman ayıramadığım için büyümüyor karakterlerim, hep çocuk kalıyorlar ve bu nedenle benim hanemde yaşamaktan kurtulamıyorlar. Ancak, zaman ayırabilmeyi de yeteneğin bir parçası kabul edersem yarım yetenekli olduğum sonucuna varabilirim.
Üç girdiye göre performansımı değerlendirmiş oldum.  Yazar olmaya uygun bir aday olup olmadığımı tespit etmek için sayısal bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bunun için Şekil 1’deki üç girdiye göre performansımı 1-5 skalasında puanlayıp, her girdi eşit ağırlıkta olmak üzere yazarlığa elverişlilik skorumu hesaplayacağım. İkinci girdi olan sosyoekonomik durum, üç alt bileşenden oluşuyor: Maddi kaygı, eğitim durumu ve sağlık. Bu üç alt bileşen de aynı şekilde puanlanıyor ve bunların aritmetik ortalamasından sosyoekonomik durum skorum elde ediliyor. Yazarlığa elverişlilik skorumun 5 üzerinde 2 olduğu Tablo 1’de görülüyor. Vasat bir yeteneğe, 5 üzerinden 3, sahip olsam da diğer girdilerdeki düşük skorlarım yazarlığa elverişli olmama engel oluyor.
Tablo 1: Yazarlığa uygunluk değerlendirmesinin sonucu
yazarlık skoru
Yazıyı bilgisayara girmeye başladım. Öğlen bir sularında kopan kabloyu on saat sonra onarabildiler nihayet. Apartmanda milletvekili olmasaydı kablonun onarılmasının birkaç gün sürebileceğini apartman ahalisi ile belediye çalışanları tartışırken duydum. Yazarlığı boş verip milletvekili olmaya mı kassam?

Bunlar ilginizi çekebilir

UCUZLUK: KÖTÜ ŞÖHRETLİ FİYAT-DEĞER

“İdeologlar teorilerini sürekli olarak gerçeklerle ‘test ettiklerin’ iddia etseler...

SEVGİLİLER GÜNÜ ÜZERİNDEN KÜLTÜR, RASYONALİTE VE TÜKETİM OKUMALARI*

"Biz sevgililer günü gibi kapitalizmin oyunu olan şeylere gelmiyoruz canım ya". Siz gelmiyorsunuz da bakalım başkası geliyor mu, geliyorsa neden geliyor, ne kadar geliyor?

Türkiye’nin Toplumsal Gerçeklerine Ekonomi Sosyolojisi Penceresinden Bakmak – 1

Sosyal bilimlere özgü kavram ve teorileri başka toplumlardan alarak...

Homo Normalis’in* Kategorileri

Kavramlar ve Kategoriler 1. “İçeri” neresidir? “Dışarı” neresi? Bu sorular...