Site yöneticimiz, sevgili dostum Barış Urhan hazretleri uyarıcı ve hatırlatıcı bir mesaj attı geçenlerde bana. Yazı sırası sana geliyor ve senden şöyle iktisadi meselelere dönük bir yazı bekliyoruz, diye yazmış mesajında. Epeydir serbest atış kategorisinde yazdığımdan ve ciddi iktisadi meselelerden elimi çektiğimden dert yanıyordu Barış. Adam haklı beyler! Halbuki ben tüm yazılarımda iktisadi konulara değindiğimi düşünüyordum. Benim fikrimle Barış’ınkini birleştirirsek, iktisadın ikiye ayrıldığı sonucuna varabiliriz: Ciddi iktisat ve gayriciddi iktisat. Hayat, ciddi iktisada katlanılamayacak kadar kısa bana sorarsanız. Bu farkındalığı kazandığımdan beri ciddi şeyler yazamıyorum. Ancak, Barış’ı da üzmemek için bir deney yapmaya karar verdim. Gayriciddi bir yazı yazıyorum şimdi. Bu yazıdan birkaç gün sonra da uluslararası ticaret ile ilgili ciddi bir yazı yayınlayacağım. İkisini de okumanızı ve hangisinden keyif aldığınızı, hangisinden daha çok şey öğrendiğinizi öğrenmek istiyorum. Ben istiyorum da yorum yapacak mısınız? Emin değilim. Beni ciddiye alıp yazılarımın altına yorum yapmaktansa bir kıza ya da erkeğe sosyal medya aracılığıyla yazmak var alternatif olarak. Fırsat maliyetinizi de sundum size, karar vermek size kalmış. Ciddi ciddi okumanızı beklediğim gayriciddi yazım aşağıdadır, keyifle okumanızı temenni ederim.
Toplantıların da İçini Boşalttık
Bir toplantı daha… Kaçıncı toplantı bu sahiden? Artık saymıyorum.Toplantılar için harcanan sürede kaç tane iş bitirilirdi? Dr Oetker reklamındaki küçük kız gibi hissettim kendimi. Bir pastaya kaç çilek konduğunu merak eden, fırına tuhaf tuhaf bakan kız işte. Belli ki onun da canı sıkılıyordu ve babasının pasta yapışına takmıştı. Toplantılardan sıkıldım yeminle. Neden bu kadar toplantı yapılır sorusuna cevap arayarak geçirmek istiyorum bu toplantıyı. Zaten diyeceklerimin hepsini daha önce demiştim ya bir şey demesem de olur bu toplantıda. Bir de ben tek kelime etmesem dahi beş toplantılık konuşacak insanlar vardır hep toplantılarda.
Sıkıldığımı gören Mevla elektriği kesti. Toplantıya ara verdik. Elektriğe bağlı olmak da ayrı bir tartışma konusu sanırım ama Revolution adlı televizyon dizisinde, elektriksiz bir dünya nasıl olurdu sorusuna cevap arandığından bu konuda tartışma yürütmeyeceğim. Şu anda elektriğin kesilmesine sevinmemin tek nedeni kesintinin toplantıya ara vermemizi sağlaması. Lanet! Jeneratör denen bir teknoloji var. Jeneratör devreye girdi hemen. Elektriğe bağlılığının farkında olan insanoğlu elektriksizlikten kendini sakınmak için tüm yaratıcılığını kullanacaktı elbette. Toplantılarda zaman harcamak yerine böyle faydalı işler yapan insanlara şapka çıkarıyorum. Ancak, yenilikçiliğin ve teknolojik ilerlemenin insanın bağımlılıklarını arttırmak için aracılık etmesi kaygı duymama sebep oluyor. Bence Wall-E adlı animasyon filmdeki gibi olabilir insanlığın sonu. Durmadan kilo alan ve rehavete alışan insan yürüyemeyecek hale gelebilir bir gün. Teknoloji düzeyi ve zaman arasındaki ilişkiyi tam da bu nedenle azalarak artan bir grafikle temsil edebiliriz. Götüne büyümeye devam eden insanoğlunun göte göre yavaş gelişen beyni bir gün götün altında ezilebilir. Bu nokta teknolojik ilerlemenin durduğu zaman olacaktır. Fetret dönemi yaşayabilir yani gelecekteki hısımlarımız. Ancak bu fetret dönemi epey uzun sürebilir ve bu süreyi teknolojinin vardığı nokta belirleyecektir. Şayet insanın yaşamını idame ettirmesine yardımcı olan teknolojik araçlar bozulmayacak şekilde üretilebiliyorsa fetret döneminin başında, fetret aslında kıyamet olabilir. Ancak üreticiler sürdürülebilir satış için hala mallarını bozulabilir üretmeye devam ediyorsa, yeni bir sosyal evrim süreci başlayabilir fetrete yakalanan toplumumuzda. Araçları bozulanların bir kısmı araçsız yaşamayı öğrenmek durumunda kalacaktır ya da bazıları araçları tamir etmeyi öğrenecektir. Zayıflamaya başlayacaktır ayrıca insanoğlu. Göt küçülürken beyin gelişmeye başlayacaktır. Böyle bir durumda fetretin bir sonu olacaktır elbette. Ulan ne saçmaladım be!
Toplantı devam ediyor anasını satayım. Aynı proje için ya da konuda onlarca toplantı yapılmasının sebebi nedir? Zamanı verimli kullanamamak birinci sebep olarak sunulabilir. Toplantı katılımcıları arasında, ortamı karıştırmayı ya da her şeye muhalif olmayı vazife edinmiş en az bir kişinin varlığı da sebep olabilir. Bence üçüncü ve en vahim olarak ise “toplantı yapıyoruz diğer çalışanlar çatlasın” mantığı hüküm sürüyor olabilir iş yerinde. Nedir efendim demek istediğim? En çok toplantıya katılan en çok çalışan olarak algılanıyorsa bir iş yerinde, herkes toplantı yapmak için çabalar. Böyle toplantılar da eziyetten başka çıktı vermez. Gelin bu üç ihtimali tartışalım.
Zamanı verimli kullanamamak… Nedir verimlilikten kasıt? Eş değerde çıktıyı elde edebilmek için harcadığın zaman ne kadar azsa o kadar verimlisindir. Bu verimlilik hassas konu. Benim için verimliliğin tanımı budur demem daha doğru olacaktır sanırım. Diyelim ki 3 sayfalık bir anket tasarlayacağız. Anketteki soruları belirlememiz için toplamda 30 saatin kafi olduğunu düşünelim. Böyle bir durum için 15 tane toplantı yapmak kulağa yanlış geliyor değil mi? Ancak, canım iş dünyamda 15 tane toplantı yapılıyor arkadaş! Neden? Çünkü toplantıda gündem dışı muhabbet dönüyor. Şu anda benim yaptığım da gündemin dışına çıkmak ve hatta toplantının dışında yer almak, ama benim yaşadığım, toplantının uzamasından mütevellit sıkıntımdandır. Neyse, bizim insanın kafası çok hızlı çalışıyor olabilir, emin değilim. Konsantrasyon problemi nedeniyle psikologa gitmiştim bir kere. Bana bir anda beş şey düşündüğümü ve bunun konuşma hızıma da yansıdığını söylemişti. Belki de ülkem çalışanlarının çoğu benim gibi. Bu nedenle tek bir gündeme bağlı kalmayı başaramıyorlar. Toplantı başladıktan 10 dakika sonra patlatıveriyor katılımcılardan biri en kallavisinden bir espri. Patronun çalışanlara takılması da muhtemel. İşin hasılı toplantı gündemini dağıtma kabiliyetiyle donanmış çalışanlar var olduğu sürece yüzde yüz verimli toplantı yapmak pek mümkün değil.
Muhalif katılımcı… Tek varlık sebebi muhalefet etmek olan insanlar ya da insan toplulukları var, görmüşsünüzdür en az birini. Daha doğrusu, var oluşlarını muhalefet etmek temeli üzerine inşa etmiştir söz konusu olanlar. Bu tip insanlarla işbirliğine varmak mı? Birlik nedir Allah aşkına? Katıksız muhalif diye adlandırılabilecek bu insanlardan herhangi biri ile aynı toplantıda olduğunuzu düşünün. Toplantı sırasında “evreka!” diye bağırsanız ve elektriği bulduğunuzu müjdelerseniz, “Hmmm! Elektrik mi? Elektrik pek işe yaramayabilir!” diye tepki verecek olan kişidir bahsettiğim. Yüce Mevlam, iş yerlerinden böyle tipleri de eksik etmiyor. Bu mübarek zatlar her yemeğe lezzet katan mucizevi sos gibi her iş yerinde bulunurlar. Böylelerine yapacak şey yok; huylu huyundan vazgeçmez. Belki de en mantıklısı, bu tip çalışanların da mutlu olmasını sağlayacak şekilde “olmasa da olur” kıvamında kısa toplantılar düzenlemektir.
Üçüncü ve yukarıda da belirttiğim gibi en tehlikeli olanı, yani dostlar toplantıda görsüncülük… Ahmet odaya girer, yüzünde kocaman bir tebessümle. Sandalyesine temas eder sırtı ve zorlar sırtıyla sandalyeyi, sandalyenin mukavemetini test etmek istercesine. Oda arkadaşına bakarak, çok yorulduğunu söyler. Ahhhh yorgunluktan ölüyorum, bugün dört toplantıya girdim. Maşallah Ahmet Beyime! Toplantı yapmanın iş yerindeki değeri ne kadar yüksekse iş yerinde gereksiz ve/ya verimsiz toplantı yapılma ihtimali ve sıklığı o kadar yüksek olacaktır. Çalışanların girdikleri toplantı sayısıyla birbirlerine hava attığı bir anlamsız iş yeri kültürü gelişecektir diğer taraftan. Bu durumdan sakınmak için bence toplantı sayısına sınır getirmeli iş yerleri. Resmi adı toplantı olan toplanmalardan bahsediyorum burada, dikkat edelim. Yoksa grup çalışmasının verimliliği yükselttiğini düşünenlerdenim, ama resmi toplantılarda grubunuza müdahale şansınız olmadığından verimsizlik batağından kurtulamıyorsunuz. Oysa çalışanların beraber iş bitirmek için kendi aralarında yaptıkları resmi olmayan toplantılar ne hedef odaklı, ne verimli etkinliklerdir değil mi?
Toplantıların bu hale gelmesinde kavramların içini boşaltarak gerçekleşen sosyal dönüşümün de rolü var elbette. Aslında toplumsal değişimin öne çıkan özelliği kavramların içini boşaltması değil. Ben sadece hava atmak için bu kavramı öne çıkardım, kabul ediyorum. Asıl problem, mevcut tüm kültürlerle etkileşim içinde olup kültür uzayında gri bölgeler ya da melez kültürler yaratan yeni dijital kültürün yavaş yavaş hakim kültür olmasıdır. Dijital kültürün yükselmesi toplumda artan konformizmle birleşince, rahatına düşkün, klavye delikanlısı, goygoycu bireyler türüyor (galiba ben de bu yolda ilerliyorum, aman siz dikkatli olun). Bu yeni kültürün bireyleri boşaltıyor işte kavramların içini. Toplantıların da içini boşalttık ya helal olsun insanoğluna.
KATEGORİLER
Çevre Ekonomisi
Duyurular
Edebiyat
Ekonometri
Felsefe
Fizik ve İktisat
İktisadi Düşünce Tarihi
İktisat Eğitimi ve Bölümleri
İktisat Öğrencilerine Tavsiyeler
İktisat Söyleşileri
İktisat Tarihi
İktisat Teorisi
Deneysel ve Davranışsal İktisat
Psikoloji
Risk ve Belirsizlik
Nöroekonomi
Nöropazarlama
Oyun Teorisi
İktisat ve Edebiyat
İktisatçılar
Kalkınma İktisadı
Eğitim
Eğitim İktisadı
İşgücü Piyasaları
Mutluluk ve Refah İktisadı
Teknoloji ve Yenilik İktisadı
Yoksulluk
Kitap İnceleme
Deneysel İktisat Kitaplığı
Konuk Yazarlar
Köşe Yazarları
Kuantum Fiziği ve Felsefesi
Özel Dosyalar
Müzik
Petrol
Sanat ve İdeoloji
Serbest Atış
Kategorisiz
Tarih
Türkiye Ekonomisi
Uluslararası İktisat
Uluslararası Rekabet
Yazarlarımızdan Haberler
Kitap Tanıtımı