Deli Ol!

deli ol
İnsanı hayvandan ayıran en büyük özelliği aynı anda hem deli hem de akıllı olmasıdır. O halde insan, delilik uzayı ile akıllılık uzayının kesişiminde yaşayan bir yaratıktır. “Bazen gezegenimiz acaba evrenin tımarhanesi mi diye düşünmeden edemiyorum” diyen Goethe kadar sert değilim insana karşı. “İnsan tabiatında akıllılıktan ziyade delilik vardır” sözüyle Bacon’ı daha sempatik bulmuşumdur. İnsan deli doğar, yaşadıkça maruz kalır akıllılık dalgalarına. O halde, aslında akıllılık sonradan oluşmuş bir kurumdur diyebilir miyiz? Bu ciddi tartışmaya başlamadan evvel “Delilik nedir?” sorusuna cevap vermek lazım. Bu cevap, cevaplayanın delilik-akıllılık uzayındaki pozisyonuna göre değişecektir. Maymunlar Cehennemi filminde en yakışıklısından bir insan evladına sen ne kadar çirkinsin demişti ya maymun ablamız, yaşadığım tanım sıkıntısı buna benziyor işte. Maymuna göre mi yoksa insana göre mi tanımlıyoruz yakışıklılığı? Şöyle deyip kaçayım en iyisi: Akıllılık dalgalarından yüksek oranda etkilenip mutasyon geçirmiş birkaç insanoğlu, kendilerini baz alarak modern tanımını yapmıştır delinin.

Ben ne kadar deliyim? Delilik mi makbul olan, akıllılık mı? Derin mesele… Müslüm Baba iyi izah etmiştir derin meselenin ne olduğunu. Kulak verelim ona: “Cevapsız sorular üst üste biner. Kördüğüm misali benim meselem.”. Derin meselelerin özünde cevapsızlık yatıyor demek ki. Deli fizikçilerle akıllı fizikçiler arasındaki farkı cevapsızlık durumuna verdikleri tepki belirliyor işte. Fizikçinin uğraştığı başlı başına derin mesele. Adamlar dünyayı, insanlığın nasıl var olduğunu sorguluyor. Ben Müslüman adamım, böyle şeyleri zinhar düşünmem, haşa! Uğraşan uğraşıyor ama, inançsızlık almış başını gidiyor mirim, nerede eski şaşalı Osmanlı günlerimiz! Fizikçi diyordum, nasıl akıllı kalabiliyor bu adamlar? Bu adamların cevap aradığı sorular başlı başına sakat. “Dikkat, köpek balığı çıkabilir!” yazan yerde ısrarla denize girmek gibi bir şey. Tabelayı görmesine rağmen denize girenlerin büyük kısmı köpek balığına yem oluyor. Çakal denebilecek bir kısımsa itinayla kenarda yüzüp yem olmaktan kurtarıyor kendisini. Bir cevapsızlık denizinde yüzüp cevapsızlıktan delirmek ya da cevapsızlığa kaçamak cevaplar verip akıllı kalmak… Son dönem modern fiziğinde üfürme mertebesine ulaşmış fikirlerle karşılaşmamız bence fizikçilerin “Ulan ara ara bulamadık bir cevap! Fırsat maliyeti delirmek ise üfürmek olur sevap.” mantığıyla hareket etmesinden mütevellittir. Zaten akıllı olmak için onca zaman harcamışsın, deliliğe dönmek istemiyorsun ve bu nedenle üfürmeye sığınıyorsun. Üfürmelerini beğenen kendin gibi fizikçiler de sana “Çılgın” sıfatını takıyorlar. Çılgın ve deli farklıdır işte. Delirmemek için üfüren adama çılgın denir. O halde modern dünyada çılgınlık aslında delilikten kaçıştır.
Aslında bu dediklerimin üfürmeden ibaret olduğunun farkındayım. Ömrünü bu meselelere harcadıktan sonra “Bana aklı başında bir adam gösterin size onu iyileştireyim” diyen Jung’a saygı duyup, insan külliyen deli bir mahluktur demek en kolayı aslında. Başkan diyorsa doğrudur, kafa patlatmayalım beyler! Tam da bu noktada Schopenhauer Reyiz’e kulak vermek lazım: “Çok insan, kafaları olmadığı için kafayı bozmuyor”. Üstat diyor ki delirebilmek için evvela kullanılabilecek bir beyin lazım. Acep akıllılık dalgalarının mahareti, kullanılabilir beyni kullanılamaz hale getirmek mi? Binlerce yıldır bu dalgalara maruz kalmış insanoğlu, az kullanılabilir ya da kullanılamaz bir beyne sahip olmaya mı itildi? Mesela bizim kıble diye taptığımız rasyonel insan tanımı güzel bir akıllılık dalgasıdır. İktisat eğitiminden geçmiş her birey rasyonellik dalgasından az da olsa nasiplendiyse beynini fazla yormadan en doğru kararı verebileceğini öğrenmiştir. Akıllı adam elindeki parayla kendisine en çok faydayı sağlayacak alışverişi hiç kasmadan yapabilen adamdır. Bu tanıma göre pazarı bir baştan bir başa en az üç kez dolaşmadan satın alma işlemine başlamayan annem tam akıllı değil. Zaten kadıncağız akıllılık dalgalarına maruz kalacak şansı da bulamamış pek. Sevinse mi? Annemle aynı kafadan olan bir adam biliyorum: Edgar Allan Poe. “Delilikten muzdarip değilim, her anın tadını çıkarıyorum” diyerek deli olmaya övgüde bulunmuş bu şahane zat. Anneme sen deli misin diye sorsam,”Milletin oğlu annesini el üstünde  tutuyor, sen bana deli diyorsun!” yanıtını alırım. Bu da bir delilik alameti sayılabilir. Yine büyük üstat Jung’dan bir alıntı yapalım: “Tüm akıl hastalıklarının temelinde meşru acıları yaşamayı reddetmek yatar”. Akıllılık dalgasının insanlığı tesir altına almaya başlamasıyla beraber delilik “hoş olmayan” sıfatına nail oldu. Deli olmak kötüydü artık. Yaşasın akıllılık! Bu yeni durum insanlığın deliliğini inkarını beraberinde getirdi. İçlerindeki henüz akıllılaşamamış deli onların meşru acısıydı, ama dışarıyla paylaşamıyorlardı onu. Çünkü istemezlerdi kimse bilsin onların hala az deli olduğunu. İçindeki deliyi saklamak, külli deliliğe giden bir yoldu oysa. Merak etme anne, ben senden daha deli olmaya çabalıyorum.
Akıllılık bir tasarımdır, gerçek olan deliliktir. Tasarımla elde edilen mutluluk yapmacıktır, çabuk gelir ve çabuk geçer. Tamamen kendi gerçekliğimizi kabullenerek elde edeceğimiz mutluluksa sonsuz olandır. O zaman mutlu olmak için içimizdeki deliyi kucaklamamız lazım. Salvador Dali özetlemiş aslında tüm meramımı tek cümleyle: Deli ol!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bunlar ilginizi çekebilir

UCUZLUK: KÖTÜ ŞÖHRETLİ FİYAT-DEĞER

“İdeologlar teorilerini sürekli olarak gerçeklerle ‘test ettiklerin’ iddia etseler...

SEVGİLİLER GÜNÜ ÜZERİNDEN KÜLTÜR, RASYONALİTE VE TÜKETİM OKUMALARI*

"Biz sevgililer günü gibi kapitalizmin oyunu olan şeylere gelmiyoruz canım ya". Siz gelmiyorsunuz da bakalım başkası geliyor mu, geliyorsa neden geliyor, ne kadar geliyor?

Türkiye’nin Toplumsal Gerçeklerine Ekonomi Sosyolojisi Penceresinden Bakmak – 1

Sosyal bilimlere özgü kavram ve teorileri başka toplumlardan alarak...

Homo Normalis’in* Kategorileri

Kavramlar ve Kategoriler 1. “İçeri” neresidir? “Dışarı” neresi? Bu sorular...