Bir soru takılıyor aklıma yazılanları okudukça…
İktisat Eğitimi (mi?): Kim İçin?
İktisadiyat’ta yazmak, İktisat’a dair yazmak keyifli bir uğraş.
Ancak sitenin kurucusu ve temel taşı olan Sevgili Barış’ın benim gibi tembel yazarlardan çok keyif almadığı çok aşikâr. : )
İktisat eğitimi üzerine seri halde üç yazı yazan sevgili Barış’ın son yazısı ilgimi nedense (!?) çok çekti. Sanırım bu konu kolay kolay bitmez, Barış yazar, Ceyhun yazar, Murad da duramaz… Ve aslında bilgi, araştırma ve geliştirme, teknoloji, yenilik düzleminde ileri geri bağlantıları ve bunların ekonomik sisteme etkilerini ele alan yazılar yazmak niyetiyle kabul etmiştim Barış’ın davetini. Ancak bu son yazı beni biraz yoldan ayrılmaya ve bu konuda bir iki kelam etmeye itti. Düşüncelerimi sistematikleştirmesi açısından Barış’ın son yazısı üzerinden fikirlerimi, yorum ve eleştirilerimi paylaşmaya başlayacağım. Ancak bir diğer taraftan Ceyhun’un benden önce davranıp keyifli bir yazıyı zamanlamış olması, Ceyhun’un yazısı hakkında da söyleyeceklerimden dolayı iletimi -görece- uzun kıldı.
Sevgili Barış kadar eğlenerek yaklaşmayı çok arzu etmeme rağmen içimden bir ses (ve acı) bana bu konuda itidalli davranmam gerektiğini söylüyor. “Ya siz neden bahsediyorsunuz kardeşim. Bakın bakalım diğer pencerelerden iktisadi(ha)yat nasıl gözüküyor…” diyeceğim ve arkasından devam edeceğim içimden gelen sesi dinlemezsem… Bakalım içimden gelen bu sese ne ölçüde kulak verebileceğim…
Barış demiş ki, “…Türkiye’nin iktisat eğitimini ele alırken tartışılması gereken bir diğer mesele de ders programları ve eğitim süreleridir…”
Ben müsadenizle özelde ders programları ve içerikleri açısından bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Serdar (Sayan) Hocam, 1987 yılında kaleme aldığı [İktisat Eğitimi Nasıl Yapılma(ma)lı?] isimli makalesinde, iktisat bölümlerinin denkliğine atfen şu ifadelere yer veriyor;
“ …programlar ne kadar aynılaştırılırsa aynılaştırılsın, yakından bakıldığında kişiyi Orwell’vari bir deyişle, ‘Bütün üniversitelerin aynı bölümleri eşittir, fakat bazıları daha eşittir’ sonucuna götürüyor…”
Bu ifadeleri, bir taşra üniversitesinde eğitim almış (?) ve buna karşın büyük kentlerdeki üniversitelerin iktisat eğitimine yönelik müfredatı lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde takip etmeye çalışan bir öğrenci ve araştırma görevlisi olarak hem zihinsel olarak hem de yaşamsal olarak kanıtlıyorum. Türkçe eğitim veren bir devlet üniveritesinde verilen derse ilişkin bir slybuss ile Türkçe eğitim veren başka bir devlet üniveritesinde verilen derse ilişkin bir slybuss karşılaştırıldığında ki (ne yazık ki çoğunda bu tür dökümanları bulmanız zordur…) göreceksiniz ki bazıları daha eşit…
Barış demiş ki, “Bir önceki yazımızda programların içeriğinin neye göre belirlendiğini az çok irdelemiştik. Şimdi gelin iki örnek alıp karşılaştırma yapalım: Türkiye’den –torpil yaparak- kendi okulumu ve Avrupa’dan da Nottingham Üniversitesi’ni seçiyorum.”
Bence o kadar uzağa gitmeye gerek yok… Yukarıdaki ifadelerime devamen söyleyebilirim ki, Türkiye içinde özel üniversite, kamu üniversitesi ayrımı yapılmaksızın iktisat bölümüne sahip olan üniversiteler arasında (ki ne yazık ki olmayanı yok denecek düzeyde) bir değerlendirme ile karşılaştırma yapıldığında bile hayret verici sonuçlarla karşılaşmak (ne yazık ki) içten bile değil.
Barış demiş ki, “…mevcut olan statükoyu kırmak! Ders programlarının yenilenmesi bölümün kararı üzerine gerçekleştirilir. Bu da genelde bölümün yaşça büyük, hürmet edilen profesörlerinin arzu ettiği yönde; gençlerin de ufak tefek gönüllerinin alınmasıyla olur. Aslında her bölümde az çok bu eski-yeni çıkmazı vardır… Şimdi gelin de siz bir doktora öğrencisi araştırma görevlisi olarak böyle bir bölüm başkanının karşısına geçip programı değiştirtin! (Bu satırları lütfen bir genelleme olarak algılamayın, kişisel gözlemlerden ibarettirler sadece ve her yerde böyledir anlamına gelmezler)…”
Ne yazık ki genellemeye yakın düzeyde olduğu bir gerçek. Ancak asistanlarının/öğrencilerinin fikirlerine değer veren ve onları ötelerken onların da kendilerini ve bölümü ötelemelerine imkân sağlayan bölümler, bölüm başkanları yok değil. Ama ütopik sayılabilecek bu yapılanmanın içinde yer alanlar mutlu, huzurlu ve en önemlisi verimli bir azınlığı oluşturur. Bu ayrıca verilen tepkiye göre nitelikleri daha iyi hale getirebilir ya da daha düşüebilir.
Ceyhun’un önerisi ile ilgili de bir iki kelam etmeden duramayacağım. Yüksek lisans ve daha öncelikli olarak doktora programlarının müfredat bakımından çok ciddi farklılıklar gösteriyor olması ve bunun çok doğal sonucu olarak farklı niteliklerde akademisyenlerin (!) yetişmesine neden olması gerekçeleri ile Türkiye Ekonomi Kurumu tarafından 2004 yılında düzenlenen İktisat Eğitimi Sempozyumu‘nda ele alınmıştı bu konu. Başarılabileceği yönünde hiç bir inancım olmamasına karşın, yapılmasını ve bu şekilde temel düzeyde eş sayılabilecek bir eğitim ve akademik kültür altyapısına sahip akademisyenler yetişmesini ülkenin bilimsel geleceği açısından da çok zaruri buluyorum. Ancak bu Barış’ın bahsettiği gibi tamamen duygusal nedenlerden ve dahi daha önemli nedenlerden (…) dolayı çok mümkün değil.
Ne kadar adil değil mi?
Bir soru takılıyor aklıma, yazılanları okudukça… İktisat Eğitimi (mi?) Kimin için…
KATEGORİLER
Çevre Ekonomisi
Duyurular
Edebiyat
Ekonometri
Felsefe
Fizik ve İktisat
İktisadi Düşünce Tarihi
İktisat Eğitimi ve Bölümleri
İktisat Öğrencilerine Tavsiyeler
İktisat Söyleşileri
İktisat Tarihi
İktisat Teorisi
Deneysel ve Davranışsal İktisat
Psikoloji
Risk ve Belirsizlik
Nöroekonomi
Nöropazarlama
Oyun Teorisi
İktisat ve Edebiyat
İktisatçılar
Kalkınma İktisadı
Eğitim
Eğitim İktisadı
İşgücü Piyasaları
Mutluluk ve Refah İktisadı
Teknoloji ve Yenilik İktisadı
Yoksulluk
Kitap İnceleme
Deneysel İktisat Kitaplığı
Konuk Yazarlar
Köşe Yazarları
Kuantum Fiziği ve Felsefesi
Özel Dosyalar
Müzik
Petrol
Sanat ve İdeoloji
Serbest Atış
Kategorisiz
Tarih
Türkiye Ekonomisi
Uluslararası İktisat
Uluslararası Rekabet
Yazarlarımızdan Haberler
Kitap Tanıtımı