Mark Skousen – İktisadî Düşünce Tarihi (Modern İktisadın İnşası): Bilgi Yanlışları ve Çarpıtmalar (2)

Bu yazıda Marx’a ait bölümdeki yanlış ve çarpıtmalardan bahsedeceğim. (Yazının ilk bölümü burada.)
Öncelikle şunu ifade edelim: Bir liberalin Marx’ı eleştirmesi gayet doğaldır, Marx eleştirilemez değildir. Hatta zaman zaman Marx’ın fikirlerinin kendisi kapitalizmin nihaî analizini yapmış ve bu konuda son sözü söylemiş gibi sunulması ve böylece aşırı derecede dogmatikleştirilmesi söz konusu olduğunda, Marx’ın teorilerindeki kusurları göstermek gereklidir. Bu teorileri “düzgün şekilde” öğrenmeye heves eden öğrenciler de bunların doğrularını ve eksikliklerini birlikte öğrenmeliler.
Ancak Skousen’ın kitabında buna yönelik bir şey bulmak mümkün değil. Marx’la ilgili bölümde ilk olarak Marx’ın özel hayatı alaycı bir dille ve yer yer çarpıtılarak aktarılıyor. Böylece okuyucu daha en başta Marx’ı kişisel açıdan sorunlu bir insan olarak görmeye başlıyor. Bu kısımlar maalesef önyargı uyandıracak şekilde yazılmış. Gerçi arada bazı ufak tefek övücü sözler söyleniyor, ama yazılanların üslubundan amacın Marx’ı küçük düşürmek olduğu anlaşılıyor.
İkinci olarak, başta Marx hakkındaki kötüleyici ifadeleri okuyanlar, ilerleyen sayfalarda teorileri anlatıldığında Skousen’ın “çürütmelerini” hemen kabul etmeye yatkın oluyor. Üstelik metinde bu teoriler hakkında kimi yerlerde yanlış bilgiler veriliyor. Bu yanlışların en önemli özelliği, Marx’ın fikirlerini özünü bozacak derecede çarpıtmış olmaları. Skousen gibi büyük iktisatçılar hakkında ders verdiğini söyleyen birinin bu kadar çok yanlışı fark etmeden yapması bence mümkün değil.
Gerçi sosyalizm gibi konulardan bahsedildiğinde belirli bir nesnellik sağlamak ve ideolojiden uzak durmak kolay değildir – nitekim iktisat da hiçbir zaman ideolojiden uzak bir bilim olmamıştır. Fakat Skousen’ın yazdıkları nesnellik ve tarafgirlik arasındaki sınırı kolayca aşıyor. Tüm bunları düzeltmek için âdeta kısa bir makale yazmak gerekir. Bu nedenle burada sadece Marx’ın fikirleri hakkında Skousen’ın (çok bariz şekilde) yanlış aktardığı yerlere değineceğim.

(1)
Öncelikle, kitapta benim en “sevdiğim” ve en fahiş olan hatayı vereyim. Skousen Marx hakkında aynen şöyle yazıyor: “‘Kapitalizm’ terimini keşfeden odur,” (s. 149).  İngilizcesini de hemen verelim: “He invented the term ‘capitalism,’” [s. 134].  Oysa Marx’la “düzgün” bir şekilde ilgilenen herkesin bildiği gibi, Marx hiçbir eserinde “kapitalizm” kelimesini kullanmamıştır. Bunun yerine yazılarında “burjuva üretim biçimi” türünden ifadeler kullanır. Marx’ın kelimeyi bilmediğini söyleyen Braudel “Maddi Uygarlık” kitabının ikinci cildinde (“Mübadele Oyunları”, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi) şunları yazıyor:
Kelime fiili olarak (…) siyasal tartışmaların içinden, tam gücüne kavuşmuş olarak ancak yüzyılımızın [20. yüzyıl] başında fışkırabilmiştir. Bilimsel çevrelerde, W. Sombart’ın parlak kitabı Der Moderne Kapitalismus (ilk yayınlanışı 1902) tarafından lanse edilmiştir. Marx tarafından kullanılmayan kelime Marksist modele dahil olacaktır. Öylesine ki, Kapital yazarı tarafından yapılan büyük aşamalar ayrımını ifade etmek üzere, sıklıkla kölecilik, feodalizm, kapitalizm denilecektir. (s. 208)
İşin en vahim tarafı Marx’ın kelimeyi hiç kullanmamış olması. Böyle birini insan nasıl olur da kelimenin “mucidi” yapar? Bir akademisyen için çok kötü bir hata bu.
(2)

Skousen kitabında Hegelci diyalektiği ve Marx’ın tarihsel görüşünü yukarıda verdiğim iki diyagram vasıtasıyla göstermiş. Türkçe kitapta bunlar (kelimeler Türkçeye çevrilerek) aynen yukarıdaki biçimde verilmiş. Altında şöyle yazıyor:
Şekil 6.2’deki diyagram Hegelci diyalektiği göstermektedir. Marx kendisinin determinist tarih görüşüne Hegelci diyalektiği uygulamıştır. Böylece, Hegelci diyalektiği kullanarak tarihin seyri Şekil 6.2’de gösterildiği gibi izah edilmektedir. (s. 168)
Orijinal kitapta da şeklin altında şöyle yazıyor:
The diagram in Figure 6.2 reflects this Hegelian dialectic. Marx applied Hegel’s dialectic to his deterministic view of history. Thus, the course of history could be described as shown in Figure 6.3 by using Hegelian concepts. [s. 152]
Oysa kitabın hem İngilizcesinde hem de Türkçesinde yanlış var. İşin doğrusu şöyle: Hegelci diyalektik Şekil 6.2’deki diyagramda gösteriliyor. Marx’ın görüşü de Şekil 6.3’teki diyagramda gösteriliyor. Orijinal kitapta Marx’a ait diyagramın altına bunun Şekil 6.3 olduğu yazılmamış ve hem İngilizcesinde hem de Türkçesinde iki diyagram da Şekil 6.2 olarak adlandırılmış.
İlâveten, Hegelci diyalektiğin olduğu diyagram doğru iken, onun altında Marx’a ait diyagramda iki vahim yanlış var. Diyagramlara baktığınızda şöyle bir durum ortaya çıkıyor: İlk olarak, kölelik (tez) ve feodalizm (antitez) birleşip kapitalizmi (sentez) meydana getiriyor. İkinci olarak, kapitalizm (tez) ve sosyalizm (antitez) birleşip komünizmi (sentez) meydana getiriyor. Yani iki üretim biçimi birbirlerinin tezi ve antitezi biçiminde birleşip yeni bir üretim biçimine (senteze) dönüşüyor. Marx’ın tarihsel maddecilik anlayışının neresinde böyle şeyler var? Burada tarihsel maddecilik anlayışı açıkça tahrif edilmiş.
(3)
Yukarıdaki yanlışlardan hareketle, bir alttaki paragrafta Skousen akıllara durgunluk veren bir şekilde şöyle yazıyor:
Bu teoriye göre kölelik Yunan-Roma devirlerinde geçerli olan temel üretim araçları, ya da tez, olarak görülmektedir. Orta çağlarda feodalizm bunun temel antitezi hâline gelmiştir. Sentez ise kapitalizm formunda ortaya çıkmıştır, ki bu da Aydınlanmadan sonra yeni tez hâline gelmiştir. Ancak kapitalizm de bizzat kendisinin antiteziyle – sosyalizmin büyüyen tehdidi – karşı karşıya kalmıştır. Eninde sonunda bu mücadele nihaî üretim sistemi olan komünizmle noktalanacaktır. (s. 168) [s. 152]
Bu pasajın her cümlesinde yanlış var. Yunan-Roma devrindeki kölelik temel üretim aracı değil, temel “üretim biçimi”dir. Yukarıda yazdığım gibi, feodalizm köleliğin antitezi değildir; kapitalizm de bu ikisinin sentezi değildir. Kapitalizmin Aydınlanma devrinden sonra feodalizmin antitezi olması gibi bir şey söz konusu olabilir mi? Öyle görünüyor ki, Skousen’ın ticaret ve sanayi kapitalizmi ayrımından ve bu ikisinin ne zaman ortaya çıktığından haberi yok. Yine, sosyalizm kapitalizmin “bizzat” antitezi değildir. Skousen Marx’ın böyle düşündüğünü nereden çıkartmış?
Marx bir üretim biçiminin kendi “iç çelişkileri” vasıtasıyla bir başka üretim biçimine dönüşeceğini söylerken, üretim sistemlerini Skousen’ın yaptığı gibi tez-antitez-sentez biçiminde göstermek akıl alır şey değil. Dahası, metinde komünizmin tarihin varacağı nihaî üretim sistemi olduğu yazıyor. Marx hangi eserinde böyle bir şey söylüyor? Böyle yazıldığında Fukuyama’nın tarihin sonunu ilân etmesi gibi, Marx’ın da ekonomik açıdan tarihin sonunu ilân ettiğini söylenmiş oluyor. Bu kadarına da “pes” demek gerek.
(4)
Marx hakkındaki çarpıtmalar bir sonraki sayfada da aynı şekilde devam ediyor:
Komünist Manifesto’da Marx ve Engels işçi devriminin başlarında, kendi ifadeleriyle, “[kapitalist] üretim tarzını tamamıyla altüst etmenin bir aracı olması bakımından kaçınılmaz olan önlemler” olarak 10 maddelik bir liste verirler. Skousen bu listeyi aktarmadan önce şöyle yazıyor:
Her şeyden önemlisi Marx, devletin şiddetle (“zor kullanarak”) devrilip, yerine devrimci sosyalizmin kurulmasının önde gelen bir savunucusuydu. Şiddetten pek hoşlanırdı. (s. 169) [s. 152]
Marx devletin devrimle devrilmesinden değil, işçi sınıfının devrim esnasında devleti ele geçirmesinden yanaydı. Devrim de Sokusen’ın zannettiği gibi devlete karşı değil, esas itibariyle kapitalist sisteme karşı yapılıyor. Devrimden sonra devletin “sönümlenmesi”nden bahseden Engels değil miydi? Arada Marx’ın şiddetten hoşlandığı da söylenmiş. Ama bu iddianın hangi kaynağa dayandığı belli değil.
Bu yanlışların ardından Skousen “Bu tedbirlerden bazılarının zor kullanılmadan nasıl devreye sokulabileceğini tasavvur etmek güçtür” (s. 169) [s. 152] diyerek Manifesto’daki listeyi eleştirmeye başlıyor. Oysa Marx ve Engels Manifesto’nun 1872’deki Almanca baskısına yazdıkları önsözde söz konusu 10 maddenin bazı bakımlardan eskimiş olduğunu söylerler. Bu devrimci önlemler için dedikleri şöyledir:
That passage would, in many respects, be very differently worded today. In view of the gigantic strides of Modern Industry since 1848, and of the accompanying improved and extended organization of the working class, in view of the practical experience gained, first in the February Revolution, and then, still more, in the Paris Commune, where the proletariat for the first time held political power for two whole months, this programme has in some details been antiquated. (Bu pasajı internetteki Marx arşivinden aldım. Linki şurada.)
Türkçesi:
Pek çok açıdan, bu pasaj bugün çok farklı ifade edilebilirdi. Modern endüstrinin 1848’den bu yana attığı devasa adımlar ve işçi sınıfının buna eşlik eden gelişmiş ve genişlemiş örgütlenmesi karşısında, ilk olarak Şubat Devrimi’nde ve ardından, daha da fazla olarak, proletaryanın ilk defa politik gücü iki ayın tamamı boyunca elinde tuttuğu Paris Komünü’nde kazanılan pratik tecrübe karşısında, bu program bazı ayrıntıları bakımından eskimiş bulunuyor.
Marx ve Engels böyle yazmalarına rağmen, Skousen sanki her ikisi de hayatlarının geri kalanı boyunca bu önlemleri aynen savunmaya devam etmişler gibi yazmış.
(5)
Bunları yazdıktan sonra Skousen şöyle devam ediyor:
[Marx] Özel mülkiyetin kavga, sınıf mücadelesi ve bir kölelik olduğunu öne süren teorisine dayanarak özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırılmasından yanadır (1964: 27). “Mülkiyet hırsızlıktır” görüşünde Proudhon’la aynı fikirdedir. (s. 169) [s. 153]
Bu pasajda da iki yanlış var:
(1) İlk cümlede, Marx’ın özel mülkiyetle ilgili fikirleri için Skousen Komünist Manifesto’nun 1964’te yayınlanan Monthly Review Press baskısını kaynak olarak göstermiş. Bu kitapta sayfa 27’de güya bunlar yazıyormuş. Tesadüf eseri, Manifesto’nun bu baskısı elimde bulunuyor. Aynı sayfayı açıp bakıyorum ve orada şöyle yazıyor:
The distinguishing feature of Communism is not the abolition of property generally, but the abolition of bourgeois property. But modern bourgeois private property is the final and most complete expression of the system of producing and appropriating products, that is based on class antagonism, on the exploitation of the many by the few.
Türkçesi de şöyle:
Komünizmin ayırt edici özelliği özel mülkiyetin genel itibariyle kaldırılması değil, burjuva mülkiyetinin kaldırılmasıdır. Fakat burjuva özel mülkiyeti, sınıf karşıtlıklarına, çoğunluğun azınlık tarafından sömürülmesine dayanan bir üretim ve mülk edinme sisteminin nihaî ve en tam ifadesidir.
Alıntıladığım yerin neresinde Marx “özel mülkiyetin kavga, sınıf mücadelesi ve kölelik olduğunu” söylüyor ve “özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırılmasından” bahsediyor? Bu paragrafın devamında Marx ve Engels “bu anlamdaki” diye yazarak sadece “burjuva özel mülkiyeti”nin kaldırılmasından bahsediyorlar. Hatta komünistlerin kişisel olarak edinilen özel mülkiyetin kaldırılmasını istemekle suçlandıklarını söyleyerek, “bunu kaldırmaya gerek yok” diyorlar. Anlaşıldığı üzere, ne Marx ne de Engels özel mülkiyetin “tamamen” ortadan kaldırılmasını savunuyor. Ama Skousen öyle bir şekilde yazmış ki, okuduğunuzda Marx’ın her türden özel mülkiyete karşı olduğunu düşünüyorsunuz.
(2) Skousen, Marx’ın mülkiyetin hırsızlık olduğu konusunda Prouhon ile aynı fikirde olduğunu yazıyor. Halbuki Proudhon’un mülkiyetin hırsızlık olduğunu söylediği “Mülkiyet Nedir” adlı kitabı hakkında yazdığı bir mektupta Marx şunları diyor (mektubun linki):
The deficiency of the book is indicated by its very title. The question is so badly formulated that it cannot be answered correctly. (…) But as Proudhon entangled the whole of these economic relations in the general legal concept of “property,” “la propriété,” he could not get beyond the answer which, in a similar work published before 1789, Brissot had already given in the same words: “La propriété’ c’est le vol.”
(…) since “theft” as a forcible violation of property presupposes the existence of property, Proudhon entangled himself in all sorts of fantasies, obscure even to himself, about true bourgeois property.
Türkçesi de şöyle:
Kitabın eksikliğini doğrudan kendi adı gösteriyor. Soru o kadar kötü formüle edilmiştir ki, doğru olarak yanıtlanması mümkün değildir. (…) Fakat Proudhon bu ekonomik ilişkilerin tümünü genel bir hukukî kavram olarak “mülkiyet” (“la propriété”) biçiminde karmakarışık ettiğinden, 1789’da yayınlanan benzeri bir çalışmada Brissot’nun aynı kelimelerde önceden verdiği yanıtın ötesine geçemiyor: “Mülkiyet hırsızlıktır.” (“La propriété’ c’est le vol.”)
(…) mülkiyetin güç kullanılarak ihlâl edilmesi anlamında “hırsızlık” mülkiyetin mevcut olduğunu varsaydığından dolayı, gerçek burjuva mülkiyeti konusunda Proudhon kendisi için bile bulanık olan her türden fanteziyle başını derde sokmuştur.
Bunları yazan ve “Felsefenin Sefaleti” kitabını yayınlayan Marx, Proudhon’la nasıl aynı fikirde olabilir?
(6)
Marx’ın artı-değer teorisi anlatılırken şöyle bir cümle geçiyor:
Eğer gerçekte değerin tamamı emeğin ürünüyse, o zaman sermayedarların aldığı kâr ve toprak sahiplerinin kazandığı faizin tümü, çalışan sınıfın haklı kazançlarından haksız yere alınan “artık değer” olmalıydı. (s. 165) [s. 149]
Sermayenin kazancının kâr olduğunu biliyoruz, ama toprak sahipleri ne zamandan beri “faiz” getirisi elde etmeye başladı? Toprak sahipleri “rant” elde etmiyorlar mıydı? Dahası, artı-değer nasıl oluyor da işçilerin gelirlerinden “haksız” yere alınan bir değer hâline geliyor? Marx işçilere kendi değerlerinin tam karşılığının ödendiğini (değişken sermaye ya da geçimlik ücret ödemesi) varsaymıyor mu? Böyle olduktan sonra haksızlık nerede? Marx kapitalizm eleştirisini âdaletsizlik ya da haksızlık üzerinden yapmaz.
(7)
Bir sonraki sayfada Skousen yanlışlarına devam ediyor:
Ve böylece günün galibi, kusursuz bir mantıkla kapitalizmin doğası gereği işçiler, kapitalistler ve toprak sahipleri arasında korkunç derecede kötü bir sınıf çatışması yarattığını – ve kapitalistlerle toprak sahiplerinin haksız bir avantaj elde ettiklerini – kanıtlamış olan Marx oldu. (s. 166) [s. 150]
Marx’ın kapitalizmde işçiler ile kapitalistler arasında sınıf savaşımı olduğunu söylediğini biliyorum, ama “toprak sahipleri” nereden çıktı? Dahası, Marx kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin sınıf çatışmasında “haksız bir avantaj” elde ettiklerini nerede “kanıtlıyor”?
(8)
Başka bir yerde Skousen Marx’ın Kapital’in ilk cildini yayınladıktan sonra bir daha tam bir kitap yazmayı reddettiği yazıyor. (s. 163) [s. 147] Bu iddianın dayanağı nedir, belli değil.
Bir diğer yerde de Marx’ın Dönüşüm Sorunu’nu (Transformation Problem) asla çözemediği ve bununla hayatı boyunca boğuştuğu yazıyor. (s. 175) [s. 157] Bu da doğru değil. Marx sorunu Kapital’in üçüncü cildinde matematiksel olarak yanlış da olsa çözüyor. Hayatı boyunca sorunla uğraşmak da nereden çıkarılıyor?
Bu arada, çeviri hakkında bir şeyi belirtmek gerekiyor: Artı-değer (surplus value) terimi Türkçeye sürekli olarak “artık değer” biçiminde çevrilmiş. Bu çok yanlış bir çeviri. Artı-değer teorisine göre, artı-değer işçilerden elde edilen bir “fazlalık” (surplus) ya da ilâve değerdir, yoksa işçilerin ürettiklerinden işçilerin payları düşüldükten sonra kapitalistlere (tıpkı bir şişenin dibinde artakalan su gibi) “kalan” ya da “artan” kısım (residual) değildir. Oysa artık değer denildiğinde tam da bu son anlamı veriyor.
(9)
Burada da geçen yazıyla ilişkili bir ekleme yapmam gerekiyor. Yazıda Skousen’ın Hayek için Hıristiyan ve Mises için Yahudi olduğunu yazdığından bahsetmiştim. Mises’in Yahudi olduğu doğru, ancak o da Hayek gibi agnostiktir. Nitekim önceki yazıda alıntı yaptığım “Hayek on Hayek” adlı kitapta Hayek “ben de Mises kadar agnostiğim” diyor (s. 62). Mises’in “Socialism” kitabından aktatırsak:
Today the Islamic and Jewish religions are dead. They offer their adherents nothing more than a ritual. They know how to prescribe prayers and fasts, certain foods, circumcision and the rest; but that is all. They offer nothing to the mind. Completely despiritualized, all they teach and preach are legal forms and external rule. They lock their follower into a cage of traditional usages, in which he is often hardly able to breathe; but for his inner soul they have no message. They suppress the soul, instead of elevating and saving it. [s. 370] (Alıntı şu baskıdan.)
Türkçesi:
Bugün İslâm ve Yahudi dinleri ölüdür. Kendilerine bağlı olanlara ayinlerden başka bir şey sunmazlar. Dua etmeyi ve oruç tutmayı, belirli yiyecekleri, sünnet olmayı ve diğer şeyleri nasıl emredeceklerini bilirler; fakat hepsi bu kadardır. Düşünsel açıdan verecekleri hiçbir şey yoktur. Maneviyattan tamamıyla arınmış hâlde, tüm öğrettikleri ve vaaz ettikleri şey hukukî biçimlerden ve dış yaşama ait kurallardan ibarettir. Takipçilerini içinde çoğu kez zorlukla nefes alabildikleri geleneksel davranışlardan oluşan bir kafese kilitlerler; fakat onların ruhlarına verecekleri hiçbir mesajları yoktur. Ruhu yüceltmek ve korumak yerine baskı altına alırlar.
Bu alıntıladığım yer (çevirisi sorunlu da olsa) kitabın Liberte Yayınları’ndan çıkan çevirisinde sayfa 456’ta da yazıyor.

* * *

Şimdiye dek yazdıklarım elbette kitabı çeviren ve basan kişilerin emeklerini eleştirme amacını taşımıyor. Belki yayınevi, içinde iktisatçıların kişiliklerine ait bilgiler olduğu ve kolay okunabildiği için kitabın diğer iktisat tarihi kitaplarına kıyasla daha fazla satabileceğini düşünmüş olabilir. Bunda garipsenecek hiçbir şey yok. İktisatçılar hakkında bu tarz bilgilerin olduğu bir kitap, konuların sıkıcı havasından uzaklaşmak isteyenlerin işine yarayacaktır. Nitekim kötü yazılmış sıkıcı bir kitabın hevesli yeni bir öğrencinin hevesini kursağında bırakması ve onu konudan soğutması muhtemeldir.
Doğa bilimlerinde olan türden bir nesnelliği toplumsal bilimlerden beklemek mümkün değildir. İktisat bilimi insan eylemleriyle ilişkili bir bilim dalıdır. Bu durum diğer toplumsal bilimler için de geçerli bir durum ortaya çıkarır: iktisat biliminin nesnesi olan insan aynı zamanda bu bilimi yapan iktisatçının kendisidir. Dolayısıyla iktisatçının kendini içinde bulunduğu konumdan (kültüründen, toplumundan, dünya görüşünden vs.) sıyırıp incelediği olgulara tarafsız bir gözle bakması ancak sınırlı derecede olabilir. Önemli olan, bunun daima akılda tutulması ve kişinin kendini zaman zaman kendi dünya görüşüne kaptırmaktan kaçınması ya da bunu yapmaya başladığı anda durumu fark etmesidir  – elbette kolay bir şey değil bu.
Maalesef Skousen’ın kitabında bu farkındalığı en alt düzeyde dahi göremiyoruz. Skousen’ın yanlı yazdığını başta belirtmiş olması, yapılan yanlışlar ve çarpıtmalar dikkate alındığında geçerli bir mazeret sunmuyor. Zira bu tarz bir kitaptan sadece yanlış bilgi edinilmiyor; bunun yanında çok daha vahim olan, belki de bir bilim dalı için en tehlikeli iki şey de ediniliyor: dogmatizm ve önyargı. Burada dogmatizm piyasa ekonomisinin üstünlüğü, önyargı da piyasa ekonomisini savunan görüşlerin dışında kalan neredeyse tüm görüşlerin yanlış olduğu şeklinde ortaya çıkıyor.
Kitabın onu okuyanları hiç bilgilendirmediğini ileri sürmüyorum, fakat böyle bir kitabın bu işlerle ciddi şekilde uğraşmak isteyen kişilerin bilgilerine yararlı anlamda çok fazla şey katacağını sanmıyorum. Bilimsel bir kitaptan beklenen şey, belirli iktisadî görüşleri kötülemek (hatta çarpıtmak) ve sadece tek bir doğrunun olduğu fikrini dayatmak olmasa gerek.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bunlar ilginizi çekebilir

UCUZLUK: KÖTÜ ŞÖHRETLİ FİYAT-DEĞER

“İdeologlar teorilerini sürekli olarak gerçeklerle ‘test ettiklerin’ iddia etseler...

SEVGİLİLER GÜNÜ ÜZERİNDEN KÜLTÜR, RASYONALİTE VE TÜKETİM OKUMALARI*

"Biz sevgililer günü gibi kapitalizmin oyunu olan şeylere gelmiyoruz canım ya". Siz gelmiyorsunuz da bakalım başkası geliyor mu, geliyorsa neden geliyor, ne kadar geliyor?

Türkiye’nin Toplumsal Gerçeklerine Ekonomi Sosyolojisi Penceresinden Bakmak – 1

Sosyal bilimlere özgü kavram ve teorileri başka toplumlardan alarak...

Homo Normalis’in* Kategorileri

Kavramlar ve Kategoriler 1. “İçeri” neresidir? “Dışarı” neresi? Bu sorular...